10 Ocak 2008 Perşembe

İstismara en etkin müdahale başlamadan önlemedir

Aile içindeki istismar olayları tespit edilene kadar, genellikle ebeveynlerdeki yıkıcı davranış kalıpları yerleşmiş, çocuklarda sıklıkla kalıcı etkileri olacak olan sorunlar ortaya çıkmış olur.
Olabildiğince erken başlayan ev ziyaretleri, uygun şekilde yapılırsa önlemede yararlı olabilir. Bu ziyaretlerde anahtar, çocuk yetiştiren anne-babalarda sağlıksız davranış modelleri gelişmeden ve olaylar kontrolden çıkmadan gerekli destekleri sağlayabilmektir (Hawley&Gunner, 2000).
Anne babanın anksiyete bozukluğu, depresif bozukluğu, psikotik bozukluğu gibi ruhsal sorunlarını erken fark edip, tedavi edebilmek, anneye ihtiyaçları olan sosyal destekleri bulabilmeyi öğretmek, bu anlamda koruyucu olabilir

Çocuk ve annenin istismarı

Anne karnında ya da yaşamının ilk yıllarında çocuğa yönelik kötü muamele, beynin subcortical ve limbik area kısımlarının gelişimini, zihinsel yeteneklerin gelişimini ve psikolojik gelişmeyi olumsuz etkiler. Kötü davranılmış ya da ihmal edilmiş çocukların duygusal, davranışsal, sosyal ve zihinsel sorunlar yaşama olasılığı çok yüksektir (Shore, 1997; Hawley&Gunner,2000)
Aile içi şiddet, gelişmekte olan ve gelişmiş hemen tüm ülkeler için bir halk sağlığı sorunudur. Özellikle erken çocukluk döneminde yaşanan şiddet hayatlara iyileştirilemeyecek zararlar verir. İyileşemeyecek ruhsal yaralanmalar, bazen bedensel sakatlıklar bırakır.
Genellikle kadınlar ve çocuklar aile içinde aşırı öfkenin, saldırganlığın hedefi olurlar.
Şiddet annelere büyük zararlar verirken, çocuklara iki ayrı yoldan zarar verir: Bir yandan kendisinin, bir yandan da çok ihtiyaç duyduğu annesinin incinmesi, yaralanması.
Anneye yönelik şiddet çocuğu doğrudan etkiler. Kadının güçsüzlüğü, çaresizliği ve zarar görmesi çocuğu da tehdit eder. Fiziksel veya seksüel olarak eşi tarafından istismara uğrayan kadınların çocuklarının, beş yaş altında ölüm riskinin diğer çocuklardan altı kez daha fazla olduğu gösterilmiştir. İstismara uğrayan kadınların çocuklarında beslenme yetersizliği gelişmesi, çocukluk aşılarının yapılmaması, ishal olduklarında rehidratasyon tedavisi olmaması olasılığı çok daha fazladır.
Aile içi şiddet bir sağlık, hukuk, ekonomik, eğitim, gelişim ve her şeyin üstünde bir insan hakları sorunudur. Gizlenmekte, gözden uzak tutulmakta olabilir. En sıklıkla kadınlara ve kız çocuklarına uygulanmaktadır. Yalnızca ABD'de her yıl 2-4 milyon kadının kocaları tarafından saldırıya uğradığı tahmin edilmektedir.
Aile içi şiddete uğrayan ya da şiddeti gözlemleyen çocukların sağlıkları kötüleşmekte, daha çok sağlık sorunu yaşamakta ve davranış bozuklukları göstermektedirler. Kadın ve çocukların kendilerini en güvenli hissetmeleri gereken yer olan evlerinde, sıklıkla en büyük tehlike içinde olmaları trajik bir çelişkidir (Unicef, 2001).
Kötü davranılmış, istismar edilmiş ve posttravmatik stres bozukluğu geliştirmiş çocuklarda stres hormonları (adrenalin ve kortizol), herhangi olağanüstü bir olay bulunmadığı zamanlarda bile yüksek bulunmuştur. Bu çocukların stres sistemlerinin, ihtiyaçlarının olmadığı dönemlerde bile alarmda olduğu görülmektedir. Yüksek hormon düzeylerinin özellikle daha uzun süre istismara maruz kalmış çocuklarda olduğu görülmüştür. Fiziksel istismara, seksüel istismara uğramış veya ciddi şekilde ihmal edilmiş çocuklarda benzer sonuçlar bulunmuştur.
İstismara uğrayıp, posttravmatik stres bozukluğu geliştiren çocukların beyin hacimlerinde küçülme olduğu, bunun istismar ne kadar erken başlamışsa ve ne kadar uzun sürdüyse o kadar belirgin olduğu gösterilmiştir (Hawley&Gunner, 2000). Kadına ve çocuğa yönelik şiddet, yıkıcı davranışlar zincirini bir sonraki nesile taşır. Gelişmekte olan çocuk, saldırganlık ve yıkıcılığı bir rol modeli olarak alır. Şiddeti nesilden nesile geçiren zincir, ancak çocukluğun erken dönemindeki müdahaleler ile kırılabilir

Anne/babanın ruhsal sorunları

Bebekler ve küçük çocukların beyin gelişiminde ve büyümelerinde aldıkları sıcak, sevgiyle verilen bakım, ihtiyaçlarının fark edilip, uygun şekilde karşılanması hayati bir öneme sahiptir. (World Health Organization,1999; Shore, 1997). Bu kritik yıllarda sıcak, duyarlı bir bakımı önleyen sebepler, gelişimi olumsuz etkiler.
Ebeveynlerin, özellikle de annenin depresyon, anksiyete, stres, şizofreni gibi ruhsal sorunları çocuğun beyin gelişimini olumsuz etkiler (Shore, 1997).
Depresyon kadınlarda, özellikle de düşük sosyoekonomik düzeyde ve çaresizlik yaşayan kadınlarda yüksek oranlarda görülür. Bu oran %40' lara kadar çıkabilir. Bir çok kadının yaşadığı aşırı stres, yoksulluk ve yaşadıkları çatışmalı ortamlarla ilişkilidir.
Anne depresyonu, çocuk bakımındaki eksiklikleri de beraberinde getirir (Engle&Ricciuti, 1995). Yüksek düzeyde depresyonu ve ruhsal sorunları olan annelerin annelikle ilgili daha çok sorunlar yaşadığı, çocuklarına daha kaba, daha az destekleyici, daha az tutarlı davrandığı bildirilmiştir (Baydar ve diğerleri, 2003).
Son 20 yılda yapılan araştırmalar incelendiğinde, depresyonu olan annelerin, çocuklara uygun bakım yapamadığı, çocuğa uygun gözetimi veremediği, çocuklarda daha sık sağlık problemleri ve kaza görüldüğü, anne-çocuk arasında daha fazla çatışma yaşandığı görülmüştür. Bir çok araştırma anne -çocuk arasındaki, çocuk gelişimi açısından çok önemli olan uyumun, anne depresyonu nedeni ile bozulduğunu göstermektedir(Engle&Ricciuti, 1995).
Depressif bir annenin çocuğu olarak büyüyen çocuklarda, problem geliştirme riski daha yüksektir. Bu problemler hayatın çok erken dönemlerinde başlar. Örneğin depressif bir anne ile büyüyen bebekler, diğer bebeklere göre daha çok ağlarlar, ve daha az aktiftirler. Bu bebeklerde alışık olunmayan (unusual) beyin dalgaları bulunduğu görülmüştür ( Dawson ve diğerleri, 2003).
Yapılan bir araştırmada, annelerinde son üç yılda bir depresyon hikayesi bulunan üç yaşındaki çocuklarda, yaygın olarak düşük beyin aktivasyonu bulunmuştur. Genel olarak düşük beyin aktivasyonunun az ilgilenilmiş çocuklarda olduğu bilinmektedir. Çocukta alışılmışın dışında beyin aktiviteleri varsa ve aile sorunları yaşıyorsa, davranış problemleri geliştirme olasılığı daha büyüktür (Dawson ve diğerleri, 2003).
Anne depresyonu, özellikle beynin ifade ve duyguların kontrolü ile ilgili bölümlerindeki gelişimi olumsuz etkiler. Birkaç ay süren doğum sonrası depresyonların, kalıcı bir etkisi olduğu düşünülmemektedir. Ancak özellikle 6-18 ay arası bebekler, anneleri depresyonda ise daha büyük bir risk altındadırlar. Anneleri iyileşirse, çocukların beyin aktivitelerinin ve davranışlarının anlamlı bir şekilde geliştiği görülmüştür (Shore, 1997).
Küçük çocuklarda saldırganlık, karşı koyma gibi davranış sorunları, sonraki okul hayatlarında okuldan atılma ve ergenlikteki suçluluk açısından anahtar bir risk faktörüdür. Yüksek stres düzeyi olan ve düşük gelirli ailelerin çocuklarının davranış sorunu geliştirme riskinin özellikle yüksek olduğu bildirilmektedir (Baydar ve diğerleri, 2003)
Bazı okul öncesi beslenme yetersizliklerinde ve bunun neden olduğu büyüme geriliklerinde, anne depresyonu bir etken olabilir. Yapılan araştırmada annenin strese bağlı somatik yakınmalarının fazlalığı ile okul öncesi çocukların yaşa göre boylarının kısa olması arasında bir ilişki bulunmuştur (Engle&Ricciuti, 1995).
Bir başka araştırmada çocukların beslenme durumu, büyüme dereceleri ve annelerin duygu durumu arasında belirgin bir ilişki olduğu görülmüştür (Engle&Ricciuti, 1995).
Annenin anksiyetesinin fetüsa etkisi, hamilelikte sigara kullanma, düşük doğum ağırlığı gibi diğer etkenlerden daha fazladır. Araştırma sonuçları kadının gebelik sırasındaki anksiyetesinin ve nöroendokrin reaksiyonların, fetüsün beyin gelişimini etkilediğini, dikkat eksikliği, hiperaktivite,davranış bozukluğu, anksiyete problemi gibi çocukluk dönemi bozukluklarına hassasiyeti arttırdığını göstermektedir. Yapılan boylamsal araştırmalar özellikle gebeliğin 12-22 haftaları arasının hassas bir dönem olduğunu, bu dönemde yalnızca anne anksiyetesinin, çocuğun 8-9 yaşlarında görülen ruhsal bozukluklarında etkili olabildiği gösterilmiştir (Bergh&Marcoen, 2003)
Şizofreni gibi psikotik bozukluklar da anne-babaların çocukla etkileşimini dramatik bir biçimde bozar (Hawley&Gunner, 2000).
Anne ve babanın ruhsal sağlığı, çocuklarının duygusal ve davranışsal problemlerinde önemli bir rol oynamaktadır. Eğer anne veya baba depresyon, anksiyete bozukluğu, yüksek düzeyde stres, şizofreni gibi ruhsal bir sorun yaşıyorsa yardım alması önemlidir. Sağlık çalışanları, ebeveynlerin ruhsal sorunlarının çocukları nasıl etkilediğini bilmeli ve onlara gerekli desteği sağlamalıdır. Araştırmalar ilaç tedavisinin, danışmanlığın, destekleme ve bilgilendirmeye yönelik programların etkili olduğunu göstermektedir. Destek olabildiğince erken, hatta mümkünse gebelikten de önce başlamalıdır. Uygun müdahaleler bu anne/babalarda gerçek bir fark yaratabilir. Beceri düzeyleri yüksek, uyumlu çocuklar yetiştirmelerini sağlayabilir (Dawson ve diğerleri, 2003; Bergh&Marcoen, 2003; Hawley&Gunner

Yoksulluk ve beslenme yetersizliği

Yoksulluk, çocuğun gelişme sürecinde görülen en yaygın risk faktörüdür. Yoksulluğun en ağır sonucu, çocuklar üzerindeki en bilinen, en ağır etkisi beslenme yetersizliğidir, yani açlıktır.
Yoksulluk arttıkça evde paylaşılan besinler de azalır. Yoksulluğun getirdiği çaresizlik, besinlerin azalması en çok anneleri ve küçük bebekleri etkiler.
Yoksulluğun evrensel olarak kabul gören en önemli kriterlerinden birisi, ailenin geliri ile kendilerine yetecek minimum düzeyde besini alamamalarıdır. Beslenme yetersizliği, hele hele gebenin ya da küçük çocuğun beslenme yetersizliği, sosyoekonomik koşullara bağlı ise bu kriterin gerçekleştiğinin en açık ve en acı göstergesidir.
Yoksulluk eve giren besinlerin yetersizliğine, ev içi stres ve annenin kronik yorgunluğu nedeniyle anne sütünün erken kesilmesine, annenin beslenme yetersizliğine, bebeklerin düşük doğum ağırlıklı olmasına, sağlıksız fiziksel ortama ve yetersiz sağlık hizmeti alımına neden olarak, çocuktaki beslenme yetersizliğinin temel belirleyicisi olarak rol oynamaktadır (Hatun, Etiler, Gönüllü, 2003).
Kadın gebeliği sırasında beslenme yetersizliği yaşarsa ya da çocuk özellikle ilk iki yaşında açlık yaşarsa çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişimi yavaşlayabilir. Oluşan hasar çocuk büyüdüğünde geri döndürülemez. Hayatın bütün kalan bölümünü etkiler.
Kronik beslenme yetersizliği, gelişmekte olan beyin dokusunu etkilemektedir. Beslenme yetersizliği olan çocukların beyin dokusunun küçüldüğü gösterilmiştir. Erken dönemde, uygun besin destek programlarıyla bu küçülmeye müdahale edilebilir (Unicef, 2001). Geç kalınırsa beyin dokusundaki küçülme kalıcı etkiler bırakır. Çocuk zihinsel olarak da, ruhsal olarak da, bedensel olarak da iyi gelişemez.İyi gelişememiş çocuk, kendisi ebeveyn olduğunda, yoksulluğu bir sonraki nesle geçirmektedir. Zihinsel olarak iyi gelişememiş, temel bilgilere ulaşamayan ebeveynler, çocuklarını iyi besleyememekte, iyi yetiştirememekte, geliştirememektedirler. Çocuklarının öğrenme sürecini destekleyememektedirler. Beslenme yetersizliği olan anne, düşük doğum ağırlıklı çocuklar doğurmaktadır. İyi gelişememiş bu çocuklar da benzer şekilde yoksulluk, iyi gelişememişlik riskini bir sonraki nesle taşımaktadır. Bu kısır döngüyü kırmak için yoksullukla mücadele çocuktan başlamalıdır Yoksulluk bir aileyi vurduğunda, en küçük ve en masum birey, en kolay zarar gören kurban olur

Beyin gelişiminin yaşam boyu bedensel sağlıkla ilişkisi

Araştırmalar erken çocukluk döneminde yaşanılan deneyimler ve beslenmenin beynin gelişimini etkilediğini, erken dönemdeki beyi gelişiminin de, bireyin sağlığında yaşam boyu sürecek etkileri olduğunu göstermektedir (Mustard, 2002)
Bir çok araştırma erken deneyimlerle , yaşamın ileriki dönemlerindeki bedensel ve mental sağlık problemleri arasındaki ilişkiyi, hipotalamus - hipofiz sisteminin erken dönemde gelişmesiyle ilişkilendirmektedir Beyin kandaki sterol seviyelerini, hipotalamusun da yer aldığı bir feed back sistemi ile düzenler. (Mustard, 2002; Unicef (2001). Kandaki sterol düzeyi ve bunun süresi, bütün vücut sistemlerini, organları aynı zamanda beynin kendisini etkilemektedir. Örneğin sterolun de dahil olduğu bazı uyaranlar aracılığı ile hippocampüs ve hipotalamustaki nöronların genetik komponenetleri aktive olur ve bu da nöronlardaki hücre farklılaşması (differantiation) ve fonksiyonunu belirleyen sürecin bir parçasıdır. Kronik yüksek sterol düzeyleri, nöron kayıplarına da yol açar. Yani beyin hormon üretimini ve onların bir çok etkisini uyarırken, hormon düzeyleri de beyni etkiler (Mustard, 2002; Unicef; 2001).
Hormon düzeylerini ve bu yolla bütün vücut sistemlerini etkileyen hipotalamus-hipofiz sistemi anne karnında ve doğumdan sonraki kısa bir süre içinde gelişir. Bu gelişimde dışsal ve içsel uyaranlar etkili olur. Hayvan deneyleri erken yaşam dönemindeki içşel ve dışsal olayların bu sisteminin hassasiyetini, düzenlenişini, ve fonksiyonlarını yaşam boyu sürecek bir şekilde belirleyebildiğini göstermektedir. Bu sistemin hassasiyeti ve fonksiyonları da yaşam boyu süren bir şekilde metabolik yolları, immün sistemi, kardiyovasküler sistemi etkiler (Mustard, 2002).
Yaşamın ilk dönemlerindeki beyin gelişiminin, yetişkinlikteki sağlığı etkilediğini gösteren bir çok araştırma vardır. Örneğin anne karnındaki ve hayatın ilk yıllarındaki koşulların koroner kalp hastalığı, yüksek tansiyon, insüline bağlı olmayan diabet, düşük immün seviye ve obeziteye yol açtığı gösterilmiştir

Beyin gelişiminin yaşam boyu ruhsal sağlıkla ilişkisi

Beyin gelişimi bireyin kendine güven, sağlıklı bağlanma, çevresiyle uyumlu ilişkiler kurma gibi yeteneklerinin gelişimini doğrudan etkileyerek, bireyin ruhsal ve sosyal sağlığında belirleyici bir rol oynamaktadır.
Kişinin yaşadığı bir çok ruhsal sorunun da erken çocukluk dönemi ile ilişkili olduğu gösterilmiştir.
Bazı ruhsal sorunların kökenlerinin de, hipotalamus-hipofiz sistemi ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Hippocampüs ve hipotalamusta bulunan bazı steroid reseptörleri davranış, zihinsel fonksiyon kaybı, yaşlanmayla hafıza kaybı, madde kullanımı ve intihar gibi bir çok beyin fonksiyonunu etkilemektedir (Mustard, 2002).
Hem erkek hem kız çocuklarda yaşamlarının ilk yıllarındaki olumsuz koşulların, ileriki dönemde davranışsal ve ruhsal sorunlara yol açtığı bir çok boylamsal araştırmada gösterilmiştir. Yaşamın ilk yıllarında disfonksiyonel ailelerde, dış destekler olmadan büyüyen kız çocuklarında, yaşamın ileriki yıllarında davranışsal ve ruhsal sorunların görülme riskinin daha yüksek olduğu görülmüştür (Mustard, 2002).
Disfonksiyonel ailelerde büyüyen bir çok erkek çocuğun okul sistemine girdiğinde antisosyal davranışlar gösterdiği ve bunların üçte birinin ergenlik döneminde suç işlediği açıkça gösterilmiştir

Yeteneklerin gelişimi

Çocuk gelişiminin erken dönemleri, hayatın sonraki dönemlerindeki zihinsel becerileri, kritik düşünme yeteneklerini, kendine güveni, öğrenmeyi, problem çözme becerileri geliştirmesini ve başkalarıyla uyumlu olma kapasitelerini etkiler. Bu konuda artan bulgular, gelişimin ilk yıllarının temel önemi konusunda, geniş bir görüş birliği oluşturmaktadır. Kısa 36 ayda çocuk kendi düşünme, konuşma, öğrenme yeteneklerini ve yetişkinlikteki değerlerinin ve sosyal davranışlarının temellerini atar. Kazandıkları bu yetenekleri okul hayatında ve genel olarak tüm hayatlarında kullanacaklar ve bu yetenekler başarılarını, verimliliklerini belirleyecektir. (Mustard, 2002; Unicef, 2001; Ramey&Ramey, 1998; Wickelgren, 1999).
Erken dönemde çocuğa uygun uyaranların verilmesi, çocuğun zekasını ve öğrenme kapasitesini arttırmaktadır ( Wickelgren, 1999).
Eğer çevresel koşullar uygun olmazsa çocuk sıklıkla zihinsel, sosyal ve davranışsal gelişmesinde tam kapasitesine ulaşamamaktadır ( World Health Organization, 1999).
Erken dönemde , beyindeki ileti yolları oluşurken çocuğun uygun uyarıları alması önemlidir. Aldığı görsel, işitsel, tat, koku ve dokunma uyaranları elektriksel ve kimyasal iletim yollarının yapılanmasını şekillendirecektir. Bunun üzerine matematik, dil ve okuma gibi zihinsel yetenekler yapılanır. Bu süreçte öğrenme, konuşma, düşünme, problem çözme yetenekleri gelişir (Mustard, 2002).
Erken dönemde çocuğa uygun zengin uyaranlar verilmesinin çocuğun zekasını ve öğrenme kapasitesini arttırdığı kanıtlanmıştır. (Wickelgreen, 1999).
Bu süreçte çocuğun bağlandığı bir kişi (genellikle anne) ve yakınındaki kişilerle ilişkilerinin şekli (sevgi, ihtiyaçlarının zamanında anlaşılıp, uygun yollarla giderilmesi, sıcak dokunuşlar, ses tonu vb. ya da yemek , sevgi, dokunma vb. temel ihtiyaçlarının giderilmemesi, kaba davranışlar, fiziksel ya da duygusal istismar hayat boyu sosyal ilişkileri şekillendirecek yeteneklerinin gelişmesinde etkili olur. Kişinin kendine güveni, diğer insanlara bağlanma, güvenebilme,ilişki kurabilme yetenekleri,başkalarıyla uyumlu olabilme kapasitesi bu etkileşimlerle şekillenerek gelişir.
Kısacası ilk 36 ayda çocuklar kendi düşünme, konuşma, öğrenme yetenekleri, yetişkinlikteki değerleri ve sosyal davranışlarının temellerini atarlar. Bu yetenekler tüm hayattaki başarılarını ve verimliliklerini etkileyecektir. (Unicef, 2001; Mustard, 2002; Wickelgren, 1999)
Eğer çevresel koşullar uygun olmazsa, çocuk sıklıkla zihinsel, sosyal ve davranışsal olarak gelişmesinde tam kapasitesine ulaşamayacaktır